Yaşımız, kazancımız, malımız mülkümüz ne kadar, mevkiimiz, makamımız nerede, şeklimiz, şemalımız, ırkımız, soyumuz sopumuz nasıl olur ise olsun, babamızın varlığı ya da yokluğu; bünyemizde, ruhumuzda benzer etkileri, benzer duyguları meydana getiriyor.
Kocaman kocaman şairlerin, büyük büyük devlet adamlarının, parasının hesabını bile bilmeyen iş adamlarının, babalarının ölümleri ile nasıl yıkıldıklarını, nasıl da hıçkırıklara boğulduklarını hepimiz görmüş ve zavallı hallerine şahitlik etmişizdir.
Baba yaslandığın dağdır,
Ömrünün en güzel çağı;
Annen ve babanla olandır”
diyor Koca Şair Ataol Behramoğlu...
***
“Hayatta ben en çok babamı sevdim. “ isimli şiirinde ise Can Yücel;
“Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk,
Çarpık bacaklarıyla, ha düştü, ha düşecek...
Nasıl koşarsa ardından bir devin,
O çapkın babamı ben öyle sevdim”
diyerek vurmuş duygularını dışa...
***
“Baba!
Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım
Ne zulüm, ne ölüm, ne korku başımı eğemez!
Yalnız senin elini öpmek için eğilir başım.
Babam, ağabeyim, kardeşim, arkadaşım...”
şeklinde anlatıyor babasını...
***
Babalar arkamızda bir ordu, üstümüzde bir şefkat abidesi, yanı başımızda bir arkadaş, varlığımızın nedenlerinden biri...
Çağımızın gerektirdiği ahlaki erozyon ve madde odaklı yaşamsal gerçekler, onlara vermemiz gereken değeri maalesef aşağılara çekiyor... Aslında aşağılara çekilen onlara verdiğimiz değerin kendisi değil, kendimize verdiğimiz rolün ayaklar altında sürünmesi, kendi geleceğimizin kararmasıdır...
***
Cemal Süreya babasının ölümünü şöyle aktarıyor dizeleriyle;
“Sizin hiç babanız öldü mü?
Benim bir kere öldü kör oldum.
Yıkadılar, aldılar götürdüler.
Babamdan ummazdım bunu, kör oldum.”
***
Ve Necip Fazıl “baba”dan bahsederken şöyle dökülür dizeler dilinden...
Ve gün yüzlü çocuğu,
Sorar: “Nerede babam?”
Bakarlar, oldu, bitti;
“Gelir”, derler çocuğa,
“Baban attaya gitti.”
***
Ve kısa bir “kıssa” ile bitirelim...
Bir gün; “hazırlan” der 9-10 yaşlarındaki oğluna babası...
Hazırlan oğlum...
Nereye baba?
Dedeni yeni evine götüreceğiz seninle birlikte...
Çocuk hazırlanır ve torun, baba ve dede düşerler yola...
Onlar gider yol gider, onlar gider yol gider ve bir ormanın içinde bir kulübeye varırlar.
Bir aylık yiyecek de almışlardır yanlarına...
Her aybaşında buraya gelip yiyeceklerini teslim edip geri döneceklerdir.
Yaşlı babayı kulübede bırakıp dönerler geri.
Bu arada çocuk babasına sürekli sorular sormaktadır.
“Baba dedemi niçin burada bırakıp gidiyoruz?”
“Burada yalnız mı kalacak?”
“Hasta falan olursa kim götürecek onu doktora?”
“Elektrikler kesilirse, kurtlar gelirse ne yapacak?”
“Geceleri yağmur yağar, gök gürler, şimşek çakarsa dedem korkmayacak mı?”
şeklindeki soruları ardı ardına sıralar ve babası da her defasında, çocuğun sorularını geçiştirerek,
“Arada sırada gelir bakarız oğlum. Deden hem çocuk değil ki korksun”
şeklinde cevaplar verir.
Ve çocuk asıl soruyu en sona bırakmıştır...
Baba!
Efendim oğlum.
...
Her günün, tüm babaların “Babalar Günü” olması dileklerimizle...
Emekli Asubaylar